11 Temmuz 2012 Çarşamba

#17... #7... #1...

uzun zamandır bloğun yolunu unutmuştum. hatırlamak için bundan daha güzel bir zaman olabilir miydi bilmiyorum.

iki hafta önce wimbledon başlarken, her slam öncesinde olduğu gibi heyecanlı ve umutluydum. wimbledon'ın  bende ayrı bir yeri var. tenisle ilk tanışıklığım bu turnuvayla oldu. tenisi bu turnuvayla sevdim. sonra diğer slam'leri, diğer turnuvaları da izledim ve sevdim ama ilk göz ağrısının yeri hep bir başka oldu.

sonraları wimbledon'ı daha çok sevmemin başkaca nedenleri de oldu. en önemlisi federer tabi ki. federer burada "federer" oldu. ilk slam'ini burada kazandı, en çok slam'ini de. en son şampiyonluğu (#6) 2009 yılındaydı. Ondan sonra iki yıl üst üste çeyrek finalde elenerek hayal kırıklığı yaşamış ve yaşatmıştı. son iki yıl boyunca slam kazanamamış, 3 numaraya (hatta bir dönem 4) gerilemiş ve yaşının da ilerlemesiyle artık iyiden iyiye döneminin bittiği düşünülmeye başlanmıştı.

her ne kadar zaman zaman ben de bu düşüncelere istemeden de olsa kapılsam da, bir yandan da içimdeki "ama en az bir slam daha kazanacak, hatta sampras'ın 286 hafta rekorunu kıracak" diyen o sese engel olamıyordum. turnuva öncesinde o ses konuşmaya başlamıştı yine. üstelik her zamankinden daha yüksek tonda konuşuyordu : "bak burda kazanmak çok önemli. bir kere wimbledon şampiyonluğunda sampras'ı yakalayacak. sonra nole finale çıkamazsa bir numara olma şansı var. yani 286 hafta rekorunu da kırabilir. üstelik 17 slam'e ulaşmak hiç de fena olmaz.bir taşla kaç tane kuş! mutlaka kazanmalı."

biraz da sesin verdiği gazla oldukça heyecanlı başladı wimbledon benim için. kuralar açıklandığında ilk dikkat ettiğim şey nole ile aynı yarıya düşmüş olmalarıydı. kaç zamandır hep böyle oluyordu, yine mi böyle olmalıydı! wimbledon'da nadal daha tercih edilir bir rakip olabilirdi. oysa ki sonu çoktan belli olan bir senaryonun bölümleri bir bir oynanmaya başlamıştı ama ben o anda henüz bunun farkında değildim.

ilk iki tur kolay ve ışık hızıyla geçti. albert ramos ve fabio fognini karşısında alınan galibiyetler ve iki maçta kaybedilen sadece 9 oyun! her şey çok iç açıcı görünüyordu. ama sonu mutlulukla biten hangi senaryoda esas oğlan badireler atlatmamıştır ki? bizimki de atlatacaktı elbette. ilk ve en büyük darbe üçüncü turda geldi. daha önce bir kez daha sürpriz bir şekilde kaybettiği fransız benneteau ilk iki seti 6-4 ve 7-6 aldığında içimdeki ses haykırmaya başlamıştı: "hayır, olamaz, olmamalı! henüz  üçüncü turda yenilemezsin. her şey o beklenen, özlenen sona uygun giderken hem de! yani nasıl olabilir ki rosol gibi bir adam çıkıp rafa'yı yensin? oynadığı oyun çılgıncaydı ve dünyadaki herkesi yenebilirdi o oyunla. onun o oyunu tam da burada ve rafa'ya karşı oynamasının bir anlamı var. bunlar hep oynanan senaryonun planlanmış parçaları. şimdi yenilemezsin!"

bu sesi duyan tek ben miydim bilmiyorum. ama en azından bir kişinin daha duyduğunu düşünüyorum. gitti denen maç üçüncü sette 6-2 ve dördüncü sette ömürden ömür götüren bir tiebreak ve 7-6 skorla geri gelirken, benneteau'nun da söyleyecek sözü kalmamıştı. o yüzdendir ki son set 6-1 gibi bir skorla ve rahat geçti. federer kendinden şüphe edenleri utandırarak 4.tura çıktı. bu maç, 2009 yılında roland garros'da rafa'nın soderling'e karşı beklenmedik yenilgisinin ardından haas'a karşı 0-2'den gelip 3-2 kazanılan maçı hatırlatırken aynı zamanda "tarih tekerrürden ibarettir" söylemine göre sonucun yine kupa olması gerekliliğini ortaya koyuyordu.

senaryoya geri dönersek tabi ki hiç bir mutlu son kolay elde edilmiyor. biraz daha sıkıntı serpiştirmek gerekiyordu aralara. dördüncü turda bu sefer çok yabancı olduğumuz bir oyuncu çıktı sahneye: sakatlık! malisse karşısında daha maçın başlarında alınan sağlık molası şaşırtmıştı herkesi. eee federer bu! sakatlandığı, üstüne bir de sağlık molası aldığı en son M.Ö. bilmem kaçta görülmüş adam! eurosport'tan ali kırçıl'ın, hakkında "tenis, bazen saatler süren, gergin geçen, kasların ciddi şekilde yıprandığı ve sonunda federer'in SAKATLANMADIĞI bir oyundur"  diye favourite edilesi tweet attığı adam.  üçüncü turda tünelin ucunda ışık falan görünmeyen o maçı mucizevi bir şekilde çeviren adam şimdi nasıl olur da malisse'e kaybederdi? koşmakta bile zorluk çekiyordu en başta. ilk iki seti aldıktan sonra üçüncü seti en kısa yoldan tamamlamalıydı ama olmadı, set malisse'e gitti. tam tehlike çanları çalmaya başlamıştı ki, Yaprak Dökümü misali dramın dozu fazla kaçmasın diye kendine biçilen rolu oynayan federer, dört sette kazanarak çeyrek final yolunu tuttu. 

dramatik geçen iki bölümden sonra izleyiciyi biraz rahatlatmak gerekiyordu. youzhny bunun için biçilmiş kaftandı. üç sette ve sadece 5 oyun kazanarak kaybeden youzhny, neyse ki bu sefer raketle kafasını patlatmadı ve kansız, gürültüsüz bir bölüm daha sona erdi. yani şöyle bir şey izlemedik çok şükür!



yarı final maçı çoklarına göre final maçı gibiydi. bu çoklarına ben de dahilim. federer-djokovic maçı, nadal'ın elendiği yerde final maçı olmaz da ne olur? turnuva başında "maalesef" şimdi ise "iyi ki" dediğim yarı final maçı oldu bu. bu maçı kazananın şampiyon olacağı açıktı ve o kazananın federer olması, nole finale çıkmadan elenmiş olacağı için kendisini 1 numara yapacaktı. eğer federer tabloda nadal'ın tarafında olsa ve yarı finalde murray ile eşleşseydi, diğer yarı finalde tsonga ile oynayacak olan nole'nin finale çıkması içten bile değildi. Bu da federer'i finalde kazansa da kaybetse de ancak 2 numaraya yükseltecek bir skordu. yani planlanmış sona doğru her şey tıkır tıkır işliyordu. 

bu final kıvamındaki yarı final maçını izleyemedim, o yüzden pek yorum yapmak istemiyorum. sadece kazanan tarafın federer olmasını dilediğimi ve dileğimin kabul olduğunu söyleyebilirim. iki sene aradan sonra finalde alışkın olduğum ve özlediğim bir isim vardı nihayet. 

finaldeki diğer isim de, tsonga'yı 4 sette geçen ev sahibi murray oldu. britanyalıların 76 yıllık wimbledon hasretini, kendisinin de kaybettiği 3 slam finalinden sonra kupa hasretini dindirebilmek adına finaldeydi andy ama işi hiç de kolay değildi. üzerindeki baskı da, karşısındaki rakip de çok büyüktü. 

final günü gelip çattığında tabi ki herkes çok gergindi. kolay mı? bir taraf kazansa ülkesinde kahraman ilan edilecek, ilk slam'ini kazanıp rahatlarken 76 yıllık hasrete son verecek. diğer taraf kazansa kendi 16 slam rekorunu 17'ye geliştirirken, sampras'ın iki rekoruna (7 wimbledon şampiyonluğu ve 286 haftayla 1 numarada kalma rekoru) birden ortak olacak. nerden baksanız tarih yazılacak bir maç!



8 temmuzda, 8. wimbledon finaline çıkan, 8. ayın 8. gününde doğmuş federer için kader çoktan yazılmıştı. dedim ya senaryonun sonu mutlu bitiyordu. ilk seti kaybetse de diğer üç seti alırken yazmaktan hiç bıkmayacağım rekorlara ve 2 yıl 1 ay 15 gün sonra tekrar 1  numaraya erişiyordu. 17. slam, 7. wimbledon şampiyonluğu ile birlikte gelen dünya 1 numaralığı! rakamların ötesinde kazanılan başka şeyler de var tabi:
  •  iki yıl aradan sonra, 30 yaşın üzerindeyken de istenirse ve çalışılırsa slam kazanılabileceğinin gösterilmesi.
  • iki sevimli miniğin tanıklık ettiği (her ne kadar hatırlayamayacak kadar küçük olsalar da) bir şampiyonluk ve kupa törenini yaşamanın mutluluğu.

  • federer bitti, artık bir şey yapamaz diyenlere güzel bir cevap verilmiş olunması ki bu cevap "hala buralardayım! ve bir süre daha da olacağım!" şeklinde özetlenebilir.
  • iki yıl slam kazanamamanın verdiği baskı ortadan kalkınca rahatlanılıp yeni kupalara özellikle de eksik olanlara doğru yelken açılması.


bu, en çok sevdiklerim listesine ilk sıradan giren film tadındaki turnuvanın ardından gökten üç elma düştü tabi ki. ilki tüm zamanların en iyisi, tenis kahramanı federer'in başına, ikincisi final maçı sonrasındaki konuşmasıyla ben dahil herkesi ağlatmayı başaran ve bir gün mutlaka kazanmasını istediğim andy'nin başına, üçüncüsü de merkez kortun çatısına!




Maç sonucunda Andy'nin herkesi ağlattığı anlar :



Ve günün en anlamlı fotoğrafı :



Onlar erdi muradına, biz bakalım bundan sonrasına...


20 Kasım 2011 Pazar

ATP Sezon Sonu Şampiyonası

Londra'da 20-27 Kasım tarihleri arasında oynanacak olan erkekler sezon sonu finallerinde gruplar şöyle :

A Grubu :
Novak Djokovic
Andy Murray
David Ferrer
Tomas Berdych

B Grubu :
Rafael Nadal
Roger Federer
Jo-Wilfried Tsonga
Mardy Fish

Grup maçları 20 Kasım Pazar günü Türkiye saatiyle 16:00'da Federer/Tsonga maçıyla başlıyor. Ardından saat 22:00'de Nadal/Fish maçı oynanacak. 6 gün boyunca her gün oynanacak iki maçla grup maçları tamamlanacak. 26 Kasım cumartesi yarı finaller ve nihayet 27 Kasım pazar günü de final maçı oynanacak. 

Geçen yıl Londra'da, tüm maçlarını kazanan Federer şampiyon olmuştu. Djokovic'in sakatlanarak Paris'ten çekildiği, Nadal'ın uzun zamandır oynamadığı şu dönemde en büyük şampiyonluk adayı yine Federer gibi görünüyor. Murray'nin de şanslı olduğu söylenebilir ama seyircisi önünde oynamak ona avantajdan çok dezavantaj oluyor genellikle. Benim favorim Federer tabi..

Sağ tarafta bir anket var, siz de favoriniz için oy kullanabilirsiniz.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

federer&delpotro

cincinnati'de kuralar çekildiğinde en sevdiğim erkek tenisçi ile 2. en sevdiğim erkek tenisçinin henüz ikinci turda birbirleriyle oynayacaklarını görmek benim için kötü bir sürpriz oldu. sakatlanıp ara vermeden önce 4 numaraya kadar yükselmiş ve grand slam kazanmış bir tenisçi olan juan martin del potro, şimdinin atp 19 numarası olarak yine 19 numaralı seribaşı olduğu cincinnati'de ilk turda andreas seppi ile oynadıktan sonra ikinci turda federer'in muhtemel rakibi olacaktı. nitekim öyle de oldu. seppi'nin maçın henüz ilk setinde çekilmesiyle ikinci tura çıkan del potro, ilk turu bye geçen federer'in ilk maçtaki rakibi olurken bu maçın her iki oyuncu açısından da zor geçeceği aşikardı.

ikili arasında oynanan sekiz maçın ilk altısını federer alırken, son iki maçı del potro kazanmıştı. üstelik bunlardan ilki, federer'in "kariyerimin en kötü mağlubiyetlerinden biri" dediği bir yenilgiydi. 2009 amerika açık finalinde 5 setlik bir maç sonunda federer'i yenen del potro kariyerinin ilk ve şimdilik tek grand slam zaferini yaşıyordu. del potro'nun ikinci galibiyeti ise yine 2009 yılının sezon sonu şampiyonasında londra'da grup maçlarında aldığı galibiyetti.

ardından 2010 yılı başında sakatlanarak neredeyse yılın tamamını turdan uzak geçiren del potro, sıralamada 480'li numaralara kadar geriledi. 2011 yılı itibariyle tenise geri dönüp topladığı puanlarla 19 numaraya kadar yükseldi. bu yıl estoril ve delray beach'de iki şampiyonluğu var del potro'nun.

federer tarafındaysa son dönemde bir karamsarlık hakim maalesef.. artık 30'lu yaşlara başlayan fedex, ilk turlarda hala kazanıyor ama turlar ilerledikçe ve rakip zorlaştıkça sıkıntılar yaşıyor. bu yıl 40 galibiyetine karşılık 10 mağlubiyeti var. bunlardan üçü ezeli rakibi nadal'a, üçü de yılın inanılmaz ismi djokovic'e karşı. bunlar kabul edilebilir belki ama jurgen melzer ve richard gasquet'e yenilmesi feci. son iki yenilgisi ise kendisi için yeni bir kabus haline gelen jo-wilfried tsonga'ya karşı. bu yıl kazandığı tek turnuva ise henüz yılın ilk günlerindeki atp 250'lik doha. grand slam'lerde bir çeyrek final, bir yarı final, bir de finali var.

işte dün gece cincinnati'de oynanan dokuzuncu randevu öncesinde durum ve ahval böyleydi. ne yalan söyleyeyim, ben de korkuyordum bu maçtan. del potro, geçen yıl burada şampiyon olan ve ünvanını korumak isteyen federer'e kötü bir sürpriz yapabilirdi daha ilk maçtan.

ilk sette kortta çok istekli ve istediği vuruşları yapabilen bir federer vardı. dördüncü oyunda servis kıran federer bu avantajını koruyarak seti 6-3 aldı. ilk sette del potro servis kırma puanı bile yakalayamadı. ikinci sette daha dengeli bir oyun vardı. setin 6. oyununda del potro maçtaki tek servis kırma puanını yakaladı ama federer'in etkili servisinden dolayı değerlendiremedi. federer de yakaladığı servis kırma şanslarından yararlanamayınca skor 5-5'e kadar geldi. bu noktada yakaladığı servis kırma şansını güzel bir winner ile değerlendiren federer, kendi servisini de alarak seti 7-5 tamamladı ve 3.tura yükselen taraf oldu.





maçtan sonra del potro federer'in dünya 1 numarası gibi oynadığını söylemiş. kortta, 2009 roland garros yarı finalinde 5 sette kaybettiği federer'e karşı oynar gibi hissetmiş kendisini. federer ise zor bir maç olmasını beklediğini ama beklediğinden daha kolay geçtiğini söylemiş. üçüncü turda rakibi james blake ki ona karşı da alınacak bir hesabı var fedex'in. 2008 yılında çin'deki olimpiyatların çeyrek finalinde kaybetmişti blake'e ve bu mağlubiyetle çok istediği olimpiyat şampiyonluğu kazanma şansını kaybetmişti. blake maçının del potro maçına göre daha kolay olacağını düşünüyorum ben şahsen!

yazıyı, maç sonunda federer'in nette del potro'ya söyledikleriyle bitirelim:
"It's great to see you back on tour. You were missed."

9 Mayıs 2011 Pazartesi

bu yazıyı hakettin sen..


dört beş senedir tenis dünyasının tepesinde federer-nadal rekabeti yaşanır ve konuşulurken, bu rekabetin hep bir adım gerisinde kalmış figüran rollerinin adamı fakir ama gururlu bir genç vardı: novak djokovic.

ne yalan söyleyeyim, baştan beri pek ısınamadım ben kendisine. abileri başrolü oynarken, rol kapmaya çalışan biri gibi gördüm onu. evet yeteneği vardı ama zirvenin bir adım ötesinde kalacak bir oyuncuydu hep benim için. zirvenin sahipleri belliydi..

2011 yılıyla birlikte ne olduysa birşeyler oldu bu çocuğa, acaip oynamaya başladı. geldiğimiz şu gün itibariyle bu yıl oynadığı 32 maçın hepsini kazanarak müthiş bir istatistiğe imza attı. üstelik bu maçların 6 tanesini (3'ü federer ve 3'ü nadal olmak üzere) hani o hep gölgelerinde kaldığı oyunculara karşı kazandı. 2010 yılında 4 final oynayıp ikisini kazanırken, 2011'in henüz bahar günlerini yaşamaya çalıştığımız şu noktasına kadar 6 final oynayıp hepsini kazanmış durumda. üstelik bunların üçü masters, biri de grand slam..

benim bu çocuğa inançsızlığım bütün bu olağanüstü süreç boyunca da devam etti aslında. ben, çıktığı her maçın sonunda "bak işte gördün mü, buraya kadarmış, şimdi yine normaline döner" diyeceğimi düşünerek bekleşip dururken o kazanmaya devam etti. ben "şimdi yine güneş çarpar, midesi bozulur, başı döner, dizi sakatlanır" derken o aldığı galibiyetleri kafama kafama vurup bana ders vermeye devam etti.

elbette ki bu inanılmaz galibiyet serisi birgün sona erecek. hatta belki hiç olmadık birine yeniliverecek, tıpkı nadal'ın 2009 fransa açıkta soderling'e yenilmesi gibi. ama artık ben biliyorum ki "bak işte yenildi" demeyeceğim o gün. çünkü o beni de yendi.. djokovic artık bir figüran değil, başrolde. evet belki yenilecek ama sonrasında eski günlerine dönmeyecek. o bir "bir numara" namzeti artık. büyük ihtimalle de başaracak bunu. hatta belki çok yakın bir tarihte, önümüzdeki günlerde bir numara olacak. işte o zaman ben ve benim gibi ona inanmayanlara asıl golünü atmış olacak.

kaç senedir "favori tenisçiniz kim" diye sorulduğunda 100 kişiden 80 tanesi federer veya nadal derdi. bu ikilinin dominasyonunda geçen onca yıldan sonra, federer'in kariyerinin sonuna yaklaştığı, nadal'ın da eski gücünde olmadığı şu günlerde tura heyecan getirdi djokovic. iyi de oldu tabi.. ne şimdi ne de bir numara olmayı başardıktan sonra favori tenisçi sorusuna verilecek cevabım hala djokovic olmayacak ama şu da bir gerçek ki artık ona inanıyorum. ve elde ettiği başarıları takdir ediyorum.

aferin sana nole...

bunu eklemesem olmazdı !

nadal'dan müthiş tweener.. üstelik bu da djokovic'e karşı :)

29 Mart 2011 Salı

miami'den...

bu hafta miami masters oynanıyor. uzunca bir aradan sonra dün üç maç izleme şansım oldu. önce emre yazıcıol'un yorumuyla sharapova/stosur ve petkovic/wozniacki maçlarını eurosport'tan, ardından federer/monaco maçını netten izledim.

sharapova / stosur 64 62

ben izlemeyeli sharapova'ya bir haller olmuş :) tamam, hala servis sorunu var ama hırsı, kazanma isteği acaip. stosur bugüne kadar hiç kazanamadığı maria'ya karşı bu defa umutlu çıkmış olsa da korta, sonuç yine değişmedi. maria sürekli çizgilere attığı cesur toplarla çok hırpaladı sam'i. eğer sakatlık falan yaşamazsa bu sene maria iyi işler çıkartır diyenlere ben de katılıyorum..

petkovic / wozniacki 75 36 63

canımsın petkovic, aferin sana. seni zaten severdim ama bu maçta yaptıklarınla daha da çok sever oldum. woz, tamam dünya bir numarasısın, evet, bir yıl boyunca ter döküp kazandığın onca maçtan sonra geldin bu noktaya. ama olmuyor, yapamıyorum, ne yaparsam yapayım oynadığın tenisi sevemiyorum. hatta serena'dan bile medet umuyorum, dönsün de şu bir numara olma/olamama derdinden bizi kurtarsın diye. korkarım ki birkaç sene içinde, serena ve kim'den sonra, kurtaracak kimse de kalmayacak wta'da. böyle işte, sevmiyorum oyununu. bu oyunla başarılı olmanı da istemiyorum, kabullenemiyorum. işte bu yüzdendir yenildiğinde çocuklar gibi şen olmam. ne yalan söyleyeyim, hiç umudum yoktu maçtan önce petko adına. evet, maçın daha başından itibaren farklı şeyler denemeye çalışan bir petkovic vardı kortta ama yapmaya çalıştığı şeyler pek oturmamış gibiydi ve zaman zaman aksıyordu. işte o aksayan noktalarda woz yetişti petko'nun imdadına. yaptığı hiç beklenmedik hatalarla nefes aldırdı petko'ya. bir de güven verdi tabi. ilk seti petko kazandıktan sonra tipik bir ikinci set izledik. wozniacki'nin ilk seti kaybettiği bir yığın maçta olduğu gibi ikinci sette durum değişmeye başladı. servis kırma avantajı yakalayan woz seti aldı. itiraf edeyim ki orda maçtan umudumu kestim. woz napar eder maçı alır şimdi dedim. canım petkovic orda yanılttı beni. üçüncü sette çok sağlam durdu ve kariyerinin belki de en önemli galibiyetini aldı. kısacık da olsa dansını da yaptı tabi:)

federer / monaco 76 64

petkovic'in galibiyetinin ardından keyfimin sürmesi için bu maçı federer'in kazanması yeterliydi. öyle de oldu..zorlu geçen iki set sonunda kazandı federer. bu galibiyetle petko galibiyetinden daha fazla mutlu olmadım, olamadım daha doğrusu. çünkü federer iyi oynamıyor, kazanıyor belki ama beklediğim oyun yok ortada. artık federer bitti, artık asla bir numara olamaz diyenlere katılıyor muyum, hayır!! katılmak istemiyorum.. hala umudumu yitirmiş değilim, olabileceğine inanıyorum ama şu an itibariyle bunun çok zor olduğunu da biliyorum. bunun için hem federer'in vites yükseltmesi (bu lafı kullandığıma inanamıyorum!), hem de rakiplerinin en üst seviyede oynamamaları gerekiyor. sampras'ın bir numarada kalma rekorunu egale etmeye sadece bir hafta kalmışken bunu başaramazsa çok yazık olur. nadal hala varken, djokovic böylesine patlamışken, delpo geri dönmeye çok yakınken, herşeye rağmen murray ortalardayken bunu başarabilecek mi bilmiyorum. sadece diliyorum...